Ey İman edenler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek şeyleri sorup durmayın. Eğer Kuran inerken onları sorarsanız, onlar size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah, sizi onlardan muaf tutmuştur. Zira Allah, çok bağışlayandır ve hemen cezalandırmayandır.
Sizden önce gelen kimi insanlar yerli yersiz birtakım sorular sordular. Sonra da onun gereğini yapmayarak kâfir oldular.
Allah ne bahîre ne sâibe ne vasîle ve ne de hâm (Diye bazı hayvanlara) kutsallık vermedi (1). Fakat küfredenler bu sapık inançlarını Allah’a isnat ederek iftira ediyorlar (2). Onların çoğu akıllarını kullanmıyorlar (3).
Onlara: “Allah’ın indirdiği Kuran’a ve Allah’ın mesajını tebliğ eden elçiye gelin.” Denildiğinde, onlar “Hayır biz atalarımızın bize bıraktığı geleneğe uyarız, o bize yeter!” derler. Peki ya ataları, hakikati bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler iseler?
Ey iman edenler! Her şeyden önce siz, kendi sorumluluklarınızı yerine getirin. Zira siz doğru yoldaysanız, sapıtan kimse size zarar veremez (1). Nihayetinde hepinizin dönüşü Allah’adır. O yapmakta olduklarınızı size bir bir haber verecektir (2).
Ey iman edenler! İçinizden birinin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet esnasında aranızdan dürüst iki kişiyi şahit tutun. Eğer yolculukta iseniz ve ölüm emareleri gelip çattıysa; sizden olmayan iki kişinin şahitliğine başvurun. Şayet onların dürüst davranmayacağından şüphe ederseniz, namazdan sonra onları alıkoyarak onlara şöyle yemin ettirin; “Allah’a andolsun ki akrabanın hatırına bile olsa, yemini hiçbir menfaat karşılığı satmayacağız. Allah’ın bildiğini hiçbir durumda gizlemeyeceğiz. Aksi halde günahkârlardan oluruz.”
Eğer o iki şahidin yalan söyledikleri ortaya çıkarsa, hak kaybına uğrayanın tarafından iki kişi, onların yerine geçerek Allah’a yemin ederler ve derler ki; “Bizim şahitliğimiz, onların şahitliğinden daha doğrudur. Çünkü biz hak ve adaletten sapmadık, aksi halde hakka tecavüz eden zalimlerden oluruz.”
İşte bu uygulama, şahitlerin şahitliğini doğru bir şekilde ifa etmelerini ya da yeminlerinin başkalarına ait yeminlerle yalanlanacağı korkusuyla, yalancı şahitlikten sakınmalarını sağlar. Öyleyse Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakının ve onu can kulağıyla dinleyin. Zira Allah, sözünde durmayan yoldan çıkan fasık toplumu hedefine ulaştırmaz.
O gün Allah, bütün elçileri bir araya toplayacak ve onlara diyecek ki; “İlettiğiniz mesaja ne cevap verildi?” Onlar; “Bizim hiçbir bilgimiz yoktur, bilinmeyenleri en iyi bilen sadece sensin!” diyecekler.
İşte o gün Allah diyecek ki: “Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene verdiğim nimetimi bir düşün! Seni, Kutsal Ruh (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana, kitabı ve hikmeti, (Onu kavrama ve hayata taşımayı) özellikle Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznim ile çamurdan kuş heykeli yapmış, sonra da ona üflemiştin de o da benim iznim ile kuş olup uçuvermişti. Yine benim iznim ile körleri ve cüzzamlıları iyileştirmiş, iznimle ölüleri diriltmiştin. Hani sen İsrailoğullarına hakikatin bütün delilleri ile geldiğinde, onlardan kâfir olanlar “Bu düpedüz sihirden başka bir şey değildir!” demişlerdi de onların sana zarar vermelerini engellemiştim.
Ve hani havarilere: “Bana ve Resulüme iman edip güvenin.” diye emretmiştim. Onlar da: “İman ettik, bizim Müslüman olduğumuza şahit ol!” demişlerdi.
Yine o zaman havariler: “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize, gökten bir sofra indirebilir mi? (Rabbinden bunu isteyebilir misin)” dediklerinde İsa: “Eğer mümin iseniz Allah’tan korkun!” demişti.
Havariler ise: “Ondan yemek istiyoruz. Böylece kalplerimiz mutmain olsun ve bize hakikati söylediğini bilelim ve buna tanıklık etmiş olalım.” demişlerdi.
Meryem oğlu İsa da şöyle yalvarmıştı: “Ey Allah’ım! Rabbimiz, gökten bize bir sofra indir. Bu sofra hem bizim için hem de evvelimiz ve ahirimiz için bir bayram ve sevinç ve senin sonsuz kudretinin bir işareti olsun. Bize bu rızkı lütfet. Zira sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.
Allah’ta buyurdu ki: “Ben, onu size indiririm elbet; fakat bundan sonra sizden kim bu nimete nankörlük ederse, ben onu toplumlardan hiç kimseye reva görmediğim bir azaba çarptırırım.
Allah: “Ey Meryem oğlu İsa, 'Allah ile aranıza koyup beni ve annemi de ilah edinin.' diye insanlara sen mi söyledin?” dediği zaman, İsa şöyle cevap verir: “Hâşâ Rabbim, seni tenzih ederim. Hakkım olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Bunu söylemiş olsaydım, sen mutlaka bilirdin. Zira sen, benim içimi dışımı bilirsin ama ben senin zatının sırrını bilemem. Şüphesiz ki tüm bilinmeyenleri bilen sensin, yalnız sen.”
“Sen bana neyi emrettiysen, ben onlara onu söyledim. 'Sizin de benimde Rabbimiz/sahibimiz olan yalnız Allah’a kulluk edin.' dedim. Ben aralarında bulunduğum sürece, onların yaptığını görüyor ve biliyordum ama sen beni vefat ettirip canımı aldıktan sonra, onların neler yaptığını bilen ve gören sensin. Zira her şeye ta başından beri şahit olan sadece sensin.”
“Eğer onlara azap edersen, onlar şüphesiz senin kullarındır. Şayet onları bağışlarsan, şüphesiz üstün ve yüce olan ve her şeyi yerli yerince yapan sensin.”
O gün Allah ise şöyle diyecek; “İşte bugün, iman ve itaat sözüne sadakat gösterenlerin, sadakatlerinin hayrını göreceği gündür. Onlara, içinde ebedi kalacakları ve tabanından ırmakların çağladığı cennetler vardır.” Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu, muhteşem bir kurtuluştur.
Göklerin, yerin ve içindekilerin hükümranlığı Allah’a aittir. O’nun gücü her şeye yeter.