Mustafa Çavdar Meali okuyorsunuz,
Değiştirmek için :
Ben, İblis ve avenesini ne göklerin ve yerin yaratılışına şahit kıldım ne de kendilerinin yaratılışına. Ben insanları saptıran bu varlıkları hiç bir zaman kendime yardımcı da edinecek değilim.
Ve o gün Allah, benim yetkilerime ortak olduğunu zannettiklerinizi çağırın diye onlara seslenecek, onları çağıracaklar fakat onlar bu çağrıya hiçbir cevap veremeyecekler. Çünkü biz onların arasına aşılamaz bir uçurum koymuşuzdur.
Sonunda suçlular ateşi görünce onun içine düşeceklerini anladılar. Ama ondan kaçıp kurtulacak bir çare bulamayacaklar.
Andolsun ki biz bu Kuran’da insanlar için her misali verdik. Fakat insanların çoğunun tek yaptığı tartışmaktır.
İnsanlara doğru yol kılavuzu Kuran geldiği zaman, onları iman edip mümin olmaktan ve Rabblerinden günahlarının bağışlanmasını dilemekten alıkoyan tek şey; öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini veya ahiret azabının getirilip gözlerinin önüne serilmesini istemeleridir.
Oysa biz elçileri sadece müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Gerçeği örtbas eden kâfirler ise aslı esası olmayan batıl inanç ve iddialara sarılarak hakikati Kuran’ı geçersiz kılmak için mücadele ederler ve ayetlerimizi ve uyarılarımızı hafife alarak alay ederler.
Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığında, ondan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim kim olabilir? Bunlar kalplerinin üzerine Kuran’ı anlamamak için engel olacak perdeler gerdiler, kulakları ile duymak istemediler. Dolayısıyla sen onları doğru yola çağırsan da onlar asla doğru yola gelmezler.
Bütün bunlara rağmen senin Rabbin yine de çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. Eğer onları işledikleri günahlar dolayısıyla hemen cezalandıracak olsaydı onların azabını hızlandırır hemen cezalandırırdı. Fakat onların cezalandırılması için bir süre vardır. İşte o gün gelince Allah dışında bir sığınak asla bulamayacaklar.
İşte kendilerine zulmedip yazık ettikleri için helak ettiğimiz ülkeler ortada, onlara da helak etmeden önce bir süre vermiştik.
Hani bir zamanlar Musa genç yoldaşına:
– İki denizin birleştiği yere ulaşmaya kararlıyım oraya ulaşmam yıllar sürse bile, demişti.
O ikisi, iki denizin birleştiği yere ulaştıklarında balıklarını unuttular. O sırada balık denizde kaybolup gitti.
İki denizin birleştiği yeri geçince Musa yanındaki gence:
– Haydi, azığımızı getir de yiyelim bu yolculuk bizi bir hayli yordu, dedi.
– Gördün mü bak, hani biz kayanın dibinde mola vermiştik ya işte orada balığı unutmuşum, onu bana mutlaka şeytan unutturdu şaşılacak bir şekilde o da deniz de kaybolup gitti, dedi.
Musa:
– İşte bizimde aradığımız tam orasıydı, dedi ve geldikleri yere izlerini takip ederek geri döndüler.
Derken orada kendisine rahmet/vahiy verdiğimiz ve katımızdan bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan biriyle karşılaştılar.
Musa ona:
– Sana öğretilen özel bilgiden hakikate ulaştıracak kadar bana öğretmen için seninle birlikte gelebilir miyim? Dedi.
O da:
– Sen benimle birlikte olmaya katlanamazsın.
– İç yüzünü bilmediğin şeylere nasıl katlanabilirsin ki? Dedi.
– Allah’ın izniyle benim sabırlı olduğumu göreceksin ve senin yaptığın hiçbir işe karşı çıkmayacağım, dedi.
– Eğer benimle geleceksen yaptığım işin iç yüzünü sana anlatıncaya kadar bana hiçbir şey sormayacaksın.
Ve böylece yola koyuldular ve bir gemiye bindiler. Bilge kişi durduk yerde gemide bir delik açtı. Musa ona:
– Sen yolcuları boğmak için mi deldin? Sen gerçekten çok tehlikeli bir şey yaptın, dedi.
– Bilge kişi:
– Ben sana benimle beraber olmaya katlanamazsın dememiş miydim? Diye cevap verdi.
– Musa:
– Unuttuğum şeyden dolayı beni azarlama ne olur bu yolculuğumda bana zorluk çıkarma! Dedi.
Tekrar yola koyuldular derken bir oğlan çocuğuna rastladılar ve o kişi tuttu çocuğu oracıkta öldürüverdi. Musa:
– Masum bir çocuğu sebepsiz yere niye öldürdün gerçekten yaptığın iş çok kötü, dedi.
– Ben sana, benimle birlikte olmaya katlanamazsın dememiş miydim? Dedi.
– Musa:
– Bundan sonra sana bir şey soracak olursam artık benimle arkadaşlık etme! Zaten sana karşı özür dileyecek yüzüm kalmadı, dedi.
Bunun ardından yeniden yola koyuldular. Nihayet bir kasabanın halkıyla karşılaştılar ve onlardan yiyecek istediler. Fakat halk onlara konukseverlik göstermedi. Orada yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler ve o kişi duvarı hemen onarıp doğrulttu. Musa ona:
– Eğer isteseydin bunun karşılığında bir ücret alabilirdin, dedi.
Bilge kişi:
– Artık seninle benim ayrılma vaktimiz geldi ama katlanamayıp müdahale ettiğin olayların iç yüzünü sana açıklayacağım, dedi.
– Gemiden başlayalım. O gemi, geçimlerini denizden sağlayan engelli kişilere aitti. Onu hasarlı hale getirmek istedim zira onların varacağı yerde gördüğü her sağlam gemiye el koyan bir hükümdar vardı.
– Öldürdüğüm çocuğa gelince; onun ana babası mümin kimseler idi. Çocuğun, ana babasını azgınlık ve küfre sürüklemesinden endişe ettik.
– Böylece Rablerinin onlara ahlakça daha temiz, ondan daha iyi, sevgi ve şefkat olarak onlara daha yakın bir evlat vermesini istedik.
– Gelelim duvara: Duvar şehirde yaşayan iki yetim çocuğa aitti. Duvarın altında da o çocuklara ait bir define vardı. Babaları da temiz ve iyi bir insandı. Rabbin, onların ergenlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak bu defineyi çıkarmalarını istedi. Dolayısıyla bütün bunları ben, kendiliğimden yapmış değilim. İşte senin bir türlü katlanamadığın olayların iç yüzü budur.
Sana Zülkarneyn’i soruyorlar. De ki:
– Onunla ilgili size bir takım bilgiler vereceğim.
Gerçekten biz ona yeryüzünde geniş imkânlar güç ve kudret verdik ve ona muhtaç olduğu her şeye ulaşma imkânı ve yollarını bahşettik.
O da sahip olduğu imkânlarla yola koyuldu.
Nihayet güneşin battığı yere varınca, orada gördü ki güneş sanki kara balçıklı bir suya batıyor. Orada bir toplum buldu.
Ona dedik ki:
Ey Zülkarneyn, istersen onları cezalandırır; istersen iyi davranırsın.
Zülkarneyn şöyle dedi:
– Kim, kötülük ve zulüm yaparsa onu biz cezalandırırız, zamanı geldiğinde de Rabbine döndürülür. Rabbi de onu korkunç bir azapla cezalandırır.
Fakat kim de iman eder ve güzel işler yaparsa, ona da karşılık olarak güzel bir mükâfat vardır ve biz ona her türlü kolaylığı sağlayacağız.
Sonra sahip olduğu imkânlarla yola koyuldu.
Sonunda, güneşin hiç batmadığı bir yere vardığında onlar için güneşe karşı bir örtü/gece yapmadığımız ve güneşin sürekli üzerlerine doğduğu bir toplum buldu.
O’nun güç ve bilgisi işte böyle, zira biz O’nun sahip olduğu her şeyi kapsamlı olarak biliyorduk.
Sonra başka bir yola daha koyuldu.
Sonunda iki dağ arasında bir mevkiye vardı. Dağın ötesinde hiç söz anlamaz laf dinlemez bir toplum buldu.
Ey Zülkarneyn, dediler, Ye’cüc ve Me’cüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir set yapman karşılığında sana vergi verelim mi?
Zülkarneyn:
– Rabbimin bana verdiği konum ve imkânlar sizin vereceğinizden daha değerlidir, haydi bana kuvvetinizle destek olun da sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.
– Bunun için bana demir kütleleri getirin. Nihayet iki dağın arası dolup düzleşince onlara:
– Ateşi körükleyin, dedi. Sonunda demir eriyip akkor haline gelince:
– Bana erimiş bakır getirin onun üzerine dökeyim, dedi.
Bundan sonra düşmanları ne o seddi aşabildi ne de orada bir gedik açabildi.
Zülkarneyn:
– İşte bu bana Rabbimin bir lütfudur. Rabbimin vaadi geldiği zaman onu yerle bir edecektir, Zira Rabbimin vaadi haktır, dedi.
O gün gelince biz onları dalgalar halinde birbirlerine çarparak çalkanır şekilde kendi hallerine terk edeceğiz ve sura yeniden üflenince de hepsini bir araya toplayacağız.
Ve o gün, gerçeği örtbas eden kâfirleri cehennemle yüz yüze getireceğiz.
Mustafa Çavdar Meali okuyorsunuz,
Değiştirmek için :