Mustafa Çavdar Meali okuyorsunuz,
Değiştirmek için :
Onlar ki dinlerini hafife alıp oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatının cazibesi onları aldatmıştır. Nasıl bu günlerine kavuşacaklarını unuttular ve bile bile ayetlerimize inanmadılarsa biz de onları bu gün unutulmaya terk edeceğiz.
Çünkü biz onlara, inanıp güvenen mümin bir toplum için, doğru yol rehberi ve rahmet olan ve bilgi ile açıkladığımız bir kitap getirmiştik.
Yoksa onlar sonucunun ortaya çıkmasını mı bekliyorlar? Onun neticesinin ortaya çıktığı gün, daha önce onu unutmuş olanlar:
– Doğrusu Rabbimizin elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi, bize şefaat edecek bir şefaatçi veya yaptıklarımızın dışında iyi işler yapmamız için geriye döndürülmemize imkân var mı? Derler. Onlar, kendilerini ziyana sürüklemiş ve uydurdukları şeyler de onları yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.
Şüphesiz Rabbiniz, gökleri ve yeri altı aşamada yaratmış, sonra yarattığı her şeyi emrine boyun eğdirip hükümranlığını kurmuştur. O’dur, sürekli kendisini takip eden gündüzü geceyle örten, güneşi, ayı ve yıldızları da emrine amade kılan. Dikkat edin, yaratma, idare ve emir yalnızca O’na aittir. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yüce bir bereket kaynağıdır.
Rabbinize alçak gönüllü, içten ve gizlice dua edin. Zira o, sınırı aşanları sevmez.
Ülkede dirlik ve düzenlik tesis edildikten sonra, bozgunculuk yapmayın. Allah’tan korkarak ve rahmetini de ümit ederek O’na dua edin. Zira Allah’ın rahmeti iyi kimselere pek yakındır.
Rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen Allah’tır. Rüzgâr, ağır ağır yağmur yüklü bulutları bir araya topladığında biz, onu ölü bir toprağa yönlendirir bu yolla su indiririz ve onunla her türlü ürünün yeşerip boy vermesini sağlarız. İşte ölüleri de böyle dirilteceğiz. Belki düşünüp, ibret alırsınız.
Rabbinin izniyle bereketli ve verimli toprağın bitkisi çok güzel olur, çorak topraktan ise hiçbir şey bitmez, bitse de işe yaramayan şeyler biter. Nimetlerin değerini bilen bir toplum için biz ayetlerimizi işte böyle detaylı bir şekilde ortaya koyuyoruz.
Doğrusu biz Nuh’u kendi toplumuna elçi olarak gönderdik. O da dedi ki:
– Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, zira sizin ondan başka bir ilahınız yoktur. Şüphesiz ki ben sizin korkunç bir günün azabına uğramanızdan korkarım.
Toplumun ileri gelen seçkinleri:
– Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz/saçmalayıp duruyorsun, dediler.
Nuh:
– Ey kavmim, ben sapıtmış falan değilim, aksine ben âlemlerin Rabbi Allah tarafından gönderilmiş bir elçiyim.
Size, Rabbimin mesajlarını iletiyor ve size öğüt veriyorum. Ben, Allah’tan gelen (vahiy) sayesinde sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum.
Sizi uyarmak, sorumlu davranmanızı hatırlatmak ve böylece rahmete nail olmanız için içinizden bir kimse vasıtasıyla Rabbinizden size bir öğüt ve hatırlatma gelmesine şaşıyor musunuz? Dedi.
Sonunda onu yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları boğulmaktan kurtardık. Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanları da suda boğduk. Zira onlar (uyarı ve öğütlerimi görmek istemeyen) kör bir toplum idi.
Ad kavmine de, soydaşları Hud’u gönderdik. Hud, onlara:
– Ey kavmim! Sadece Allah’a kulluk edin, zira sizin O’ndan başka bir ilahınız yoktur. O’na karşı gelmekten sakınmayacak mısınız? Dedi.
Toplumunun önde gelen kâfirleri:
– Biz, senin beyinsiz birisi olduğunu görüyoruz. Ayrıca biz senin yalancılardan olduğuna inanıyoruz, dediler.
- Ey kavmim! Dedi. Ben beyinsiz değilim, ben, yalnızca âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim!
- Size Rabbimin mesajlarını iletiyorum. Ben, sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.
Aranızdan biri vasıtasıyla sizi uyarmak için Rabbinizden bir uyarı gelmesine şaşıyor musunuz? O’nun, sizi Nuh kavminden sonra bu uygarlığa varis yaptığını ve yaratılış bakımından sizi onlardan daha güçlü yaptığını hatırlayın. Allah’ın size bahşettiği nimetlerini düşünün ki kurtuluşa eresiniz.
- Ve onlar: Sen bize bir tek Allah’a kulluk etmemizi dolayısıyla atalarımızın kulluk ettiği şeyleri terk etmemizi söylemek için mi geldin? Öyleyse bize vaat ettiğin o azabı getir eğer doğru sözlü isen, dediler.
Hud: Size zaten Rabbinizden bir ahlaki kokuşmuşluk ve gazap gelmiş durumda. Şimdi siz, Allah’ın, hakkında hiç bilgi ve belge indirmediği sizin ve atalarınızın kutsal isimler vererek yücelttiği bir takım isimler hakkında benimle tartışıyor musunuz? Öyleyse bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim! Dedi.
Nihayet katımızdan bir rahmet olarak onu ve onunla beraber olanları kurtardık. Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanların kökünü kazıdık, zaten onlar mümin değillerdi.
Ve Semud kavmine de içlerinden biri olan Salih’i gönderdik, dedi ki:
– Ey kavmim, yalnız Allah’a kulluk edin. Zira sizin O’ndan başka bir ilahınız yoktur. Doğrusu Rabbinizden apaçık bir belge gelmiştir. İşte bu, Allah’ın devesi, sizin için bir ayettir/mucizedir. Bırakın onu Allah’ın arazisinde otlasın, sakın ona bir zarar vermeyin. Yoksa sizi acıklı bir azap yakalar.
Allah’ın sizi Ad kavminden sonra onların varisleri yaptığını, ovalarında köşkler inşa edip, dağlarını da yontarak evler yaptığınız bu topraklara yerleştirdiğini bir hatırlayın. Allah’ın nimetlerini düşünün de yeryüzünde bozgunculuk yaparak taşkınlık etmeyin!
Kavminin büyüklük taslayanlarından ileri gelenleri, zayıflar arasından iman edenlere dediler ki:
– Siz Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna inanıyor musunuz? Onlar:
– Elbette biz ona ve onunla birlikte gönderilen vahye iman edip mümin olmuş kimseleriz, dediler.
Büyüklük taslayanlar ise:
– Biz de sizin iman ettiklerinize inanmıyoruz, dediler.
Nihayet o deveyi hunharca öldürdüler. Böylece Rablerinin emrine başkaldırdılar ve:
– Ey Salih, eğer gerçekten Allah’ın elçisi isen bizi korkutup durduğun o azabı getir! Dediler.
Bunun üzerine şiddetli bir sarsıntı onları ansızın yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
Salih ise, onları arkalarında bırakırken şöyle söylendi:
– Ey kavmim, andolsun ki ben size Rabbimin mesajını tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim. Ne var ki siz öğüt verenleri hiç sevmiyorsunuz.
Ve Lût da kavmine demişti ki:
– Sizden önce geçmiş toplumlardan hiç kimsenin yapmadığı ahlaksızlığı mı yapıyorsunuz?
- Yani siz, kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Meğer siz, alçaklık sınırlarını aşan bir toplummuşsunuz!
Kavminin cevabı da;
– Çıkarın onları memleketinizden, besbelli bunlar tertemiz insanlarmış! Demekten başka bir şey olmadı.
Bunun ardından onu ve ailesini kurtardık; yalnız hanımı geride kalıp helak içinde kalanlardan oldu.
Onların üzerine azap yağmuru yağdırdık. İşte bak, günaha gömülenlerin sonu nice olurmuş.
Medyen halkına da soydaşları Şuayb’i gönderdik. Dedi ki:
– Ey kavmim, yalnızca Allah’a kulluk edin. Zira sizin O’ndan başka bir ilahınız yoktur. Şüphesiz size Rabbinizden apaçık belge gelmiştir. Bundan böyle alım satımlarda ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların mallarından (çalıp-çırparak) haklarını yemeyin. Ortalık düzelmişken yeryüzünü fesada vermeyin.
Eğer inanırsanız bu, sizin için daha hayırlıdır.
Bir de, köşe başlarında pusu kurup türlü tehditler ile inananları Allah’ın yolundan döndürmeye ve O’nun yolunu eğri büğrü göstermeye çalışmayın. Siz azınlık iken O’nun sizi çoğalttığını hatırlayın. Bozguncuların sonunun ne olduğuna da bakıp ibret alın!
Mademki bana gönderilen mesaja içinizden bir grup inanıyor, bir grup da inanmıyor, öyleyse Allah aranızda hükmünü verinceye kadar sabredin. Zira O hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
Kavminden büyüklük taslayanlarının ileri gelenleri dediler ki:
- Ey Şuayb! Ya seni ve seninle birlikte iman edenleri ülkemizden sürüp çıkarırız, ya da bizim inanç sistemimize geri dönersiniz!
Şuayb: - Biz bunu istemesek de mi? dedi ve devam etti:
- Allah bizi, ondan kurtardıktan sonra sizin dininize dönecek olursak, o zaman Allah’a iftira etmiş oluruz. Rabbimiz Allah dilemedikçe sizin inancınıza dönmemiz mümkün değildir, zira Rabbimiz ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Biz, yalnızca Allah’a dayandık. Rabbimiz! Bizim ile kavmimiz arasındaki engelleri kaldır, zira sen gönülleri fethedenlerin en hayırlısısın!
Toplumundan ileri gelen kâfirleri dediler ki:
– Eğer siz Şuayb’e uyarsanız işte o zaman tamamen kaybedersiniz!
Derken dehşetli bir sarsıntı onları ansızın yakalayıverdi ve bulundukları yere öylece cansız yığılıp kaldılar.
Şuayb’i yalancılıkla suçlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Sonunda asıl kaybedenler Şuayb’i yalanlayanlar oldu.
Ve (Şuayb) onları ardına bırakıp giderken dedi ki:
- Ey kavmim ben size Rabbimin mesajlarını tebliğ etmiş ve size öğüt vermiştim. Şimdi ben kâfir bir toplumun akıbetine nasıl üzüleyim.
Biz, hangi ülkeye bir nebi göndermişsek, Allah’a gönülden yalvarmaları için onları kıtlık ve yoklukla mutlaka imtihan etmişizdir.
Daha sonra bu yokluk ve kıtlığı bolluk ve bereketliliğe dönüştürmüşüzdür. Onlar da bu nimetlere şükretmek yerine, "Atalarımız da bizim gibi yokluk ve bolluk günleri görmüşler" diyerek şımardılar. Biz de onları hiç beklemedikleri bir anda yakalayıp cezalandırdık.
Oysa bu ülkelerin halkları iman edip, sorumlu davransalardı, biz de onlara göklerin ve yerin bereket kapılarını ardına kadar açardık. Fakat yalana sarıldılar. Biz de onları kazandıkları günahlar sebebiyle cezalandırdık.
Şimdi o ülkelerin halkı, geceleyin uyurken azabımızın kendilerine ansızın gelip çatmayacağından emin midirler?
Ya da o ülkelerin halkı gündüzün eğlenirken azabımızın kendilerine ansızın gelip çatmayacağından emin midirler?
Yani onların Allah’ın azabından yana bir güvenceleri mi var? Allah’ın cezalandırmasından hüsrana uğramış bir toplumdan başkası emin olamaz.
Şimdi oranın halkından sonra, o topraklarda hayat sürenler şunu anlamadılar mı? Eğer istersek önceki nesiller gibi kalplerini hakikate kapatan ve hakkı duymak istemeyenleri de günahlarından dolayı cezalandırırız. Ve
Mustafa Çavdar Meali okuyorsunuz,
Değiştirmek için :