Mustafa Çavdar Meali okuyorsunuz,
Değiştirmek için :
Tâ Sîn. İşte bunlar, Kuran’ın yani hak ve hakikati açıklayan kitabın ayetleridir.
İnanmak isteyenler için hem bir rehber hem de bir müjdedir.
Onlar ki, namazı hakkıyla kılarlar, zekâtı verirler ve ahirete de şeksiz şüphesiz inanırlar.
Ahireti hesaba katmayanlara gelince; onlar yaptıklarını güzel gösterme gayreti içindeler bu yüzden şaşkınlık içinde bocalayıp duruyorlar.
İşte onlar çok kötü bir azaba uğrayacak kimselerdir. Ve onlar ahirette de en büyük kaybı yaşayacak olanlardır.
Hiç şüphe yok ki bu Kuran sana, her hükmü doğru olan ve her şeyi bilenin katından ulaştırılmaktadır.
Hani Musa, ailesine demişti ki: Ben orada bir ateş gördüm, oradan size ya bir haber getiririm veya ısınabileceğimiz bir kor parçası getiririm.
Musa oraya varınca kendisine şöyle seslenildi: “Bu ateş mahallinde ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah eksiklikten münezzeh ve yücedir.
– Ey Musa, Benim, ben çok güçlü ve her hükmü doğru olan Allah’ım!
Şimdi asanı yere bırak! Musa asasının bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, ardına bakmadan kaçmaya başladı. Allah: “Ey Musa, korkma! Çünkü benim huzurumda elçiler korkuya kapılmazlar.”
Ayrıca ben kendisine zalimlik ederek yazık eden ve sonra yaptığı kötülükten tövbe edip dönen kimseye karşı da eşsiz bir bağışlayıcı ve sonsuz rahmet kaynağıyım.
Şimdi de elini koynuna sok, göreceksin ki kusursuz bir şekilde bembeyaz çıkacaktır. Dokuz mucizeyle Firavun ve toplumuna git, zira onlar yoldan çıkmış fasık bir toplumdur.
Nitekim mucizelerimiz açık seçik onların gözlerinin önüne serilince kalkıp; “Bu apaçık bir sihirdir” dediler.
Aslında onlar kesin kanaat getirdikleri halde sırf zulüm ve büyüklenmelerinden dolayı bile bile inanmadılar. Bozguncuların sonu nasıl olurmuş bir bak!
Davud’a ve Süleyman’a da ilim/vahiy vermiştik. Onlar da:
– Bütün övgüler, bizi mümin kullarından çoğuna üstün kılan Allah’a olsun, diye şükretmişlerdi.
Süleyman da Davud’un yerine geçti. Dedi ki; “Ey insanlar! Bize kuşların mantığı öğretildi ve her konuda bilgi verildi. İşte bu, Allah’ın büyük bir lütfudur.”
Bir gün Süleyman’ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordusu toplandı ve düzenli bir ordu olarak yola koyuldu.
Ordu karınca vadisi denilen bir yere geldiğinde, bir dişi karınca şöyle seslendi:
– Ey karıncalar, hemen yuvalarınıza girin, Süleyman ve askerleri farkına varmadan sizi ezip geçmesinler.
Süleyman, karıncanın bu sözüne gülümseyerek tebessüm edip şöyle dua etti:
– Rabbim! Bana ve anama babama verdiğin nimetlerin hakkını vererek şükretmemi ve hep senin hoşnut olacağın işleri yapmaya beni muvaffak kıl ve beni rahmetinle iyi kulların arasına dâhil eyle!
Yine bir gün Süleyman kuşları denetlerken:
– Hüthüt’ü neden göremiyorum? Dedi. Yoksa yine kayıplara mı karıştı?
Ya karşıma geçerli ve ikna edici bir mazeretle çıkar ya da onu şiddetli bir şekilde cezalandırır ve keserim.
Çok geçmeden hüthüt çıkageldi ve:
– Ben senin bilmediğin bir şeyler öğrendim ve sana Sebe halkıyla ilgili sağlam haberler getirdim.
– Ben, orada onlara bir kadının hükümdarlık yaptığını gördüm. Ona, bir hükümdar için gerekli olan her şey verilmişti bir de muhteşem bir tahtı vardı.
Yalnız ben onun ve halkının Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını gördüm. Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş ve onlar da yoldan sapmış ve bir daha doğru yolu bulamamışlar.
Oysa onlar, ne diye göklerde ve yerde gizli olan her şeyi ortaya çıkaran, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilen Allah’a secde etmiyorlar?
O Allah ki, kendisinden başka ilah olmayan ve mutlak hükümranlık makamının tek sahibidir.
Süleyman:
– Göreceğiz bakalım doğru mu söylüyorsun, yoksa yalan mı?
Bu mektubumu al götür ve onlara ilet, sonra onlardan biraz uzaklaş ne cevap verecekler bir bak!
Kadın hükümdar: “Ey ileri gelenler, bana çok önemli bir mektup gönderildi.”
Bu mektup Süleyman’dan, çok merhametli, çok şefkatli Allah’ın adıyla başlıyor ve
Sakın bana karşı büyüklük taslamayın ve bana Müslüman olmuş olarak gelin” diye yazıyor.
Kadın hükümdar: “Ey ileri gelenler, şimdi ne yapmam gerektiği hususunda bana görüşlerinizi bildirin, Ben sizin görüşünüzü almadan kesin karar vermem” dedi.
Seçkinler: “Biz güçlü kuvvetli ve savaşçı bir milletiz, bununla birlikte ferman sizindir, düşünüp tartın neye karar verirseniz onu emredin.” Dediler.
Kadın hükümdar: “Şu bir gerçek ki krallar bir ülkeye zorla girdiklerinde, oranın altını üstüne getirirler ve o ülkenin seçkinlerini hor ve hakir bir duruma düşürürler. Süleyman ve ordusunun yapacağı da budur.”
“Ben ise onlara bir hediye göndereceğim, bakalım elçiler nasıl bir haberle dönecekler.”
Süleyman’a hediyelerle varınca, Süleyman ona dedi ki: (1)
– Siz bana mali bir yardımda mı bulunuyorsunuz? Allah’ın bana lütfettiği sizin getirdiklerinizden üstündür, getirdiğiniz hediyelerle seviniyorsunuz.
– Şimdi kavmine geri dön ve onlara, karşı koyamayacakları bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduğumuzu ve aşağılanmış hor ve hakir bir şekilde onları yurtlarından sürüp çıkaracağımızı haber ver.
Süleyman: “Ey ileri gelenler, onlar gelip bize teslim olmadan önce, o kadın hükümdarın tahtını hanginiz alıp bana getirebilir” dedi.
Cinlerden son derece becerikli biri: “Ben, onun tahtını, sen yerinden kalkmadan sana getiririm çünkü ben onu getirecek güce sahip, güvenilir biriyim” dedi.
Bu arada kitaptan ilim sahibi olan kimse kalkıp: “Ben onu sana göz açıp kapayıncaya kadar getiririm” Dedi. Süleyman tahtın huzuruna gelmiş olduğunu görünce: “İşte bu bana Rabbimin lütfu ve ihsanıdır. Şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınıyor. Gerçek şu ki kim şükrederse, ancak kendisi için şükreder, ama kim de nankörlük ederse, iyi bilsin ki Rabbim onun şükrüne muhtaç değildir. O çok cömerttir”
Süleyman: “Onun tahtını kendisinin tanıyamayacağı bir hale getirin, görelim bakalım, onu tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamayacak mı?”
Melike huzura geldiği zaman ona: “Senin tahtın böyle miydi?” diye soruldu. O da: “Sanki bu o! Daha önce bize bilgi ulaşmıştı ve Müslüman olmaya karar verdik” Dedi.
Ama daha önce Allah’tan başka taptığı şey onu saptırmıştı. Çünkü o, küfür içinde yaşayan bir toplumun üyesiydi.
Ona: “Buyurun köşkün salonuna girin!” denildi. Billur zemini görünce derin bir su zannetti ve eteklerini yukarı çekti. Süleyman: “Bu köşkün zemini billurdan yapılmıştır” dedi. Kadın da:
– Rabbim, ben güneşe tapmakla gerçekten kendime zulmederek yazık etmişim. Şimdi artık ben Süleyman’la birlikte bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’a kayıtsız ve şartsız teslim oldum, dedi.
Semud kavmine, yalnızca Allah’a kulluk edin diye kardeşleri Salih’i elçi olarak göndermiştik. Fakat onlar hemen birbiriyle çekişen iki grup oluverdiler.
Salih:
– Ey halkım, iyilik ve mutluluk içinde yaşamak varken siz neden adeta azap başımıza çabucak gelsin dercesine azgınlık ediyorsunuz. O’nun şefkat ve merhametine nail olmak için Allah’tan bağışlanma dileseniz olmaz mıydı? Dedi.
Onlar: “Sen ve seninle beraber olan kimseler yüzünden başımıza uğursuzluk geldi” dediler.
– Salih: “Sizin uğursuzluk dediğiniz şey Allah katından bir yasadır. Aslında siz imtihan ediliyorsunuz.
O şehirde dokuz kişilik bir çete vardı bunlar ülkede sürekli bozgunculuk yapıyor, dirlik ve düzenlik bırakmıyorlardı.
Bunlar Allah adına yemin ederek kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı:
– Bir gece vakti Salih’e ve ailesine ani baskın düzenleyip öldürelim sonra da onun hakkını arayacak olan velisine/yakınına “Biz senin akrabalarının öldürülmesi olayına asla tanık olmadık biz gerçekten doğru söylüyoruz diyelim” dediler.
Evet onlar bir tuzak kuruyorlardı ama onlar farkında değilken biz de onların tuzaklarını bozuyorduk.
Mustafa Çavdar Meali okuyorsunuz,
Değiştirmek için :